|
B) TAKVA’DA ON TEMEL İBADET
Cenâbı Allah'ın halife olarak yarattığı insandan istediği en erdirici kulluk görevi, takva sıfatlarına sahip olmasıdır. Hz. Peygamberimiz bu gerçeği " Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın " hadisiyle belirlemiştir. Olgunlaşma ve kemale erişin mutlak yolu, ilâhî ahlâklanma olan takva yaşamından geçer. Allahü Teâlâ'nın dostluğuna bu özelliklere sahip olmakla erişilir. Takva yaşamı; nefsin kötü sıfatları olan yalancılık, şirk, kibir, alaycılık, cimrilik, kıskançlık, öfke v.s.den tamamiyle kurtulmak için; 1) İnfak ve Sevgi, 2) Namaz 3) Zekât 4) Af Edici ve Dileyici Olma, 5) Sabır, 6) Oruç 7) Muhsin Olma 8) Ahde Vefa 9) Adalet ve Dürüstlük, 10) İlim gibi ilahi sıfatlara bürünmekle elde edilir. Böylece kul; takva özelliklerine kavuşma oranında, nefsin kötü sıfatlarını da disipline ederek onlardan kurtulmaya başlar. Kötü nitelikler, Cenâbı Allah'ın istediği ilâhî özelliklere bürünmeden nefsi asla terketmez. Takva sıfatları kazanıldıkça, kötü sıfatlar kulu bir bir bırakmaya başlar. Kemal mertebesinde de tam arınıp yücelerek kurtuluşa ve mutluluğa erişilir. Yüce Rab'bim! Bizlere de ihsan ve lütfunla takva sahibi kullarının makamını kısmet et. 1) İNFÂK VE SEVGİ 3/134: Takva sahipleri, bollukta da darlıkta da infak ederler... 51/15,19: Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve pınar başlarındadır... Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır. İnfak; sahip olduklarımızdan ihtiyaç sahipleri için pay ayırarak vermedir. Bu verme, insanlığa hatta tüm canlıların yararına yöneliktir. Zengin, yoksul ayrımı yapmadan bütün iman edenler için konulmuş eğitici ve erdirici en mükemmel ibadetlerdendir. İnfak; Allah'a olan sevginin, güvenin ve teslimiyetin bir ifadesidir. Paradan, maldan yapıldığı gibi güzel söz söylemek güler yüz göstermek de bir infaktır. Ayrıca dertli bir insanı teselli etmek, güçsüz yaşlı birine yardım etmek, hasta ziyaretleri ile moral vermekte bir infak şeklidir. Zekât, sadaka ve fitre miktarı tayin edilmiş sınırlı bir yardımdır. Oysa infak, sahip olunanlardan gönlün dilediği kadar ayırdığı sınırsız bir vermedir. Âli İmrân 3/92 de şöyle buyruluyor: " Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız..." Şu halde verilenler, nefsin sevdiği şeylerden olmalı, yani verirken bir fedakârlık yapılmış olmalıdır ki nefs arınabilirsin. Takva ehli, Cenâbı Hakk'ın verdiği nimetleri, varlıkta da yoklukta da başkalarıyla paylaşırlar. Fakirlikte de zenginlikte de sevilenlerden verme ilâhî ahlâkın oluşmasına vesile olur. Haşr 59/9: " ... Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. " İnsanlardaki geçici Dünya nimetleri olan mal ve parayı depolama hırsı, ancak cömertlikle kırılmaktadır. Kur'ân, infakın prensibini Bakara 2/219 da şöyle veriyor : "...Helâl kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin..." Bir de verileni başa kakmamak önemlidir. Bakara 2/264:" ...Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın..." İnfak ibadetinde, yaratılışın negatif kuvvetinin temsilcisi şeytan, bizi fakir olacaksınız diye devamlı korkutarak cimriliğe sevk eder. Oysa Allah, infakın eksiltmeye değil ancak artışa sebep olacağını belirtmektedir. Sebe 34/39: "...Birşey infak ederseniz Allah, onun yerine başka birşey lütfeder..." Yine Kur'ânı dinleyelim. Bakara 2/268: " Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler. Allah ise Kendinden bir bağışlama ve lütuf vaat eder..." İnfak kimlere verilmelidir? Bakara 2/215 bunun cevabını vermektedir : " ... İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizler ve yolda kalan için olmalıdır...>" Şu halde öncelik, kendi akrabalarımızın yoksullarına olmalı ve daire gittikçe büyütülmelidir. Hayır işlerinde yarışmak. Hayır, insanlara Allah rızası için karşılık beklemeden yapılan iyilik ve yardımdır. Hayır işleri de bir infak şeklidir. Ali İmran 3/114-115: "...Hayır işlerinde yarışırca koşarlar. Hiçbir hayır karşılıksız bırakılmaz. Allah takva sahiplerini çok iyi bilmektedir." Şu halde Allah'ın rızasını kazanabilmek, hayır işlerinde yarışarak en iyisini yapmakla mümkündür. Halka hizmetin Hakk'a hizmet olduğunun şuuru temel prensiptir. Gerek kendi ülkesindeki din kardeşleri arasında ve gerekse başka kitap bağımlısı diğer ülkelerdeki insanlara hayır yapmada, en ileri olmayı hedef alarak yarışılmalıdır. Kur'ân, insanlara yapılan iyilik ve hizmetin büyük sevabını muhtelif ayetlerle açıklamaktadır. Yapılması istenen hayır işleri nelerdir? Örneğin yoksul ve yardıma muhtaç olanları giydirmek, yemek yedirmek, evlendirmek, sermaye vermek v.s. hayır işleri ile Kızılay Derneği, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Eğitim Vakfı gibi hayır kurumlarının kurulmasına katkıda bulunmak veya onlara bağış yapmak, faydalı kitaplar yazmak, insanlığa hizmete yönelik bilimsel araştırma ve buluşlar yapmak. Kur'ân'da yapılan bu gibi hayırların Allah tarafından hiçbir zaman karşılıksız bırakılmayacağı da belirtilmektedir. Günümüzde, dini bilgi eksikliğinden kaynaklanan bazı yanlış yatırımlar yapılmaktadır. Ömürde bir defa farz olan hac ve umre ibadetini, defalarca yapanların yaptıkları harcamaları hayır işlerinde kullanmaları, onlara çok daha büyük sevaplara sebep olacağı pek tabiidir. Salih amel sergilemek. Hayır işi, Cenâbı Allah'ın çok sevdiği bir kulluk görevi olan salih ameli de içerir. Salih amel, insana hizmete ve barışa yönelik bütün düşünce ve faaliyetlerdir. Beyyine 98/7: " İman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlılarıdır." (Bkz. Bu Kitap Allah'ın Sevdikleri, Salih Amel Sergileyenler) Çok çalışmak. Hayır işleri ve salih amel gibi insanlara faydalı ve esenliğe yönelik hizmetler, büyük ölçüde bir yardım şeklidir. Bunları karşılamak için, takva sahiplerinin çok çalışmak ile yükümlü olacağı şüphesizdir. İnşirah 94/78: " İşlerinden boşaldığın zaman tekrar çalış ve yorul. Yalnız Rabbine yönel. " Cenâbı Allah; kullarından kendilerine ve insanlara faydalı olabilmeleri için çok çalışarak didinmelerini istemektedir. Necm 53/39-41: " Şu bir gerçek ki, insan için çalıştığından başkası yoktur. Elbette çalışması ileride görülecektir. Sonra ona en doğru karşılık verilecektir. " Yine Kur'ânı dinleyelim. Tevbe 9/105: " İş yapıp değer üretin; Allah, O'nun Resulü ve mü'minler yaptıklarınızı görecektir..." İslâmiyette tembelliğe yer yoktur. Yaratılanları sevmek. Takva sahiplerinin bir özelliği de, kaynağını Yüce Yaratıcı'dan aldıkları sevgi ile dolu oluşlarıdır. Sevgi, sahip olduklarını diğerleriyle paylaşmaktır. Âli İmrân 3/119: " İşte siz iman edenler öyle kimselersiniz ki, imansız olanlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. " Kalpleri yumuşak, gönül pencereleri açık, sevgi ile doludur. Gönülleri iyilik, güzellik ve merhamet ile yüklü olan takva sahiplerinin kendi nimetlerini başkalarıyla paylaşma duygusu, dalgalar halinde yayılmaya başlar. Veren ile alan arasındaki bu alışveriş, sevgi kıvılcımlarını oluşturur. İşte bu paylaşma insanlar arasında bir sevginin doğmasının öncüleridir. İnanmayanların kendilerini sevmemesine rağmen, onlar Allah'ın bütün kullarını severler. Bu gerçeği büyük tasavvuf şairi Yunus Emre ne kadar güzel söylemiştir: " Yaratandan ötürü yaratılanları severim." 2) NAMAZ 2/177: ... Namaz'ı kılar, zekât verir... Takva sahibi ancak onlardır. 4/103: ... Namaz, mü'minler (iman edenler, inananlar) üzerine vakitleri belli bir farzdır. İbadetlerin en önemlisi temel direği olan namaz, Allah tarafından açık ve kesin emirlerle istendiği için farzdır ve bütün müslümanların kılması gereklidir. Kendisini yaratan, sonsuz nimetler veren Yüce Yaratıcı'ya teşekkür, şükür, hamd edilerek namazla ibadet etmek her insanın tabii kulluk borcudur. Namaz, aynı zamanda bedene sonsuz faydalar verdiği gibi, ruhsal yapımızda da sapıklıklardan, kötülüklerden uzak kalındığından ihtiras ve buna bağlı streslerden korunulur. İman gittikçe güçlendiğinden, şeytanın aldatmacası olan kuruntu ve şüpheler yerini huzura bırakır. Namaz; huşu içinde ürpererek, Yüce Allah'a saygı ve sevgi ile dolu olarak kılınmalıdır. İnsanlığı kötülüğe götüren yalan ve ikiyüzlülük yavaş yavaş dürüstlüğe dönüşerek karakter düzelmeye başlar. Nefsin en kötü hastalığı olan gurur, namazdaki secde halindeyken yok olur, böylece insanın ahlakı da güzelleşir. " Namaz, mü'minlerin miracıdır. " Hadisi, namazın erdirici sırrına açıklık getirmiştir. Nasıl ki Hz. Muhammed (s.a.v.) Mirac mucizesi ile Allah katına yükselmişse, iman edenler de namazlarıyla Cenâbı Hakk'a ulaşırlar. 2/45: ...Şüphesiz ki namaz, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Nefsin arınmasındaki önemi çok büyük olan namazı, bugünkü dünya şartlarında çok çalışma mecburiyeti neticesi zamanı kısıtlı olanlar, hiç kılmama yerine beş vakit olmuyorsa dört vakit, üç vakit, iki vakit ve nihayet bir vakit kılarak samimiyet ve iyi niyetini Cenâbı Allah'a göstermelidir. 33/56: ... Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Sizde O'na teslimiyetle salât ve selâm getirin. Namaz, Peygamber Efendimizi de anıştır. Her namazda okunan Allahümme salli ve barik duaları ile yerine getirilmektedir. Ayetde açıklandığı gibi, mü'minlerine kendilerinden daha yakın ve sevgi ile dolu olan Hz. Muhammed (s.a.v.) e salâvat getirmemiz yani dualar okumamız istenmektedir. Bu ayetle Hz. Peygamber (s.a.v.) e salâvat getirmek kesin olarak farz kılınmıştır. İman edenlerin en büyük dostu ve en yakını olan Peygamber Efendimiz herşeyden çok sevildiği zaman, iman da kemale erişilir. Allah'ı anma (zikir). Namaz belli vakitlere bağlı olduğundan, Yüce Yaratıcı ile her an beraberliğin en ideal şekli zikir yani Allah'ı anmadır. Tahâ 20/14: " ...Namazını, Beni hatırlayıp anma için kıl. " Yine Kur'ânı dinleyelim. Ankebut 29/45: "...Kitaptan sana vahye dileni oku. Namazı da kıl. Çünkü namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah'ın ZİKRİ daha büyüktür..." Diğer bir ismi ZİKİR olan Kur'ânı Kerîm okumak, içeriği anlaşılmayan Arapça Kur'ân'dan muhakkak ki daha erdiricidir. Araf 7/205: " Rabbini; benliğinin içinden yalvarıp ürpererek alçak bir sesle sabah akşam zikret. Gaafillerden olma. " Cenâbı Hakk'ı sevmenin belirtilerinden biri de, O'nu anmayı sevmektir. Çünkü fazla zikir, sevginin açığa çıkışıdır. Nur 24/37: " Öyle kişiler vardır ki, ne ticaret ve ne de alışveriş onları Allah'ın zikrinden...alıkoyamaz. " Bu kemale ermiş benliklerin halidir ki her anı, Cenâbı Allah ile beraber olma şuuru iledir. Bakara 152: " Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım..." Cenâbı Allah; içtenlikle anıldığı zaman mutlaka karşılık vermekte, her türlü yardım ve lütuflarını ihsan etmektedir. Zikir veya anma; Allahü Teâlâ'nın ilâhî isimlerinden biri veya birkaçını söyleyerek tekrar etmek suretiyle lisanen zikir de yapılır ki, " Allah " kelimesi ile söyleneni en yaygın olanıdır. Cenâbı Allah'ın Yüce Zat'ını gönülden düşünmek suretiyle kalben zikir de yapılmaktadır. Âli İmrân 3/191: " Onlar ki; ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler..." Böylece devamlı zikir ile o insan her an Allahü Teâlâ ile beraber olur, bütün iş ve çalışma durumları da bu halinin devam etmesine mani teşkil etmez. Kulun gönlünde yanan İlâhî Aşk ateşi ile, Yüce Yaratıcı'nın cereyanına bağlanarak sonsuz mutluluğa erişir. Rad 13/28: " ... Gönüller yalnız Allah'ın zikri ile huzur bulur. " Cenâbı Hakk'ın bize " Şah damarımızdan daha yakın " ve her an birlikte olduğumuzun sırrına erişenler, mutluluk ve kurtuluşa kavuşmuş yüce benliklerdir. 3) ZEKÂT 2/177: ...Namazı kılar, zekât verir... takva sahibi ancak onlardır. 51/19: Mü'minlerin mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır. 9/103: Onların da mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olsun... Zekât; bereket, artış ve temizleme demektir. Allah, mal sahiplerinin mallarında fakirlerin de hakkı olduğunu Kur'ân ile bildirmiş ve bu hakkın da verilmesini emretmiştir. İşte zenginlerin malından yoksullara verilmesi gereken bu hakka zekât denir. Sahip olunan maldan vermekle, nefsin isteklerine karşı bir set çekildiğinden nefs terbiye edilir ve veren-alan arasında bir sevgi bağı oluşması sağlanmış olur. Böylece zengin-fakir arasındaki zıtlaşma kırılır ve yerini sevgi ile dostluğa bırakır. Zekât; bir yıllık kazancın ve birikmiş malın devlete olan vergisi çıktıktan sonra geriye kalan yüzde ikibuçuk veya kırkda bir tutarındaki miktarının,fakirlere dağıtılması zorunlu olan bir mali ibadettir. Mallardan bir arıtma ve temizleme görevi yapmaktadır. Verilmediği takdirde o kazanç ve mal haram olur. Zekât, yalnız zenginler için miktarı belli askari bir ölçüdür. İnfak ise varlıkta da yoklukta da verilmesi gereken ölçüsüz bir yükümlülüktür. 9/34: ... Altın ve gümüşü depolayıpta onları Allah yolunda sarfetmeyenler varya, işte onlara acı bir azabı haber ver. 30/39: ... Allah rızasını dileyerek verdiğiniz zekât, sevaplarınızı ve mallarınızı kat kat arttırır. Şu halde zekât verme, mallarda eksiltme değil ancak artışa sebep olmaktadır. İslâmiyet, alın teri dökerek doğru yoldan kazanılan büyük servetlerin karşısında değildir. Ancak zengin olan her müslümanın farz olarak belirlenen zekât ve sadakaları ihtiyaç sahiplerine vermesi, kazanç ve malının arınması ve Allah'ın hoşnutluğu bakımından mutlaka gereklidir. Böylece hem kendisine ve hem de yoksullara faydalı olacaktır. Ancak para, altın, gümüş gibi kıymetli malları biriktiripde bunların zekâtını vermeyenler için de acı bir azab vardır. 3/14: ... Yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe... karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar Dünya hayatının geçici menfaatleridir. Allah insanlara yaşayışlarını düzgün bir şekilde sürdürmeleri için, çalışma arzusu ile mal sevgisi vermiştir. Ancak mal sevgisi kontrol altında tutulmadığı zaman, mal edinme hırsı bütün benliği kaplar. Artık o insan hayatı boyunca yalnız ve yalnız mal edinmeyi esas alarak onun tutsağı olur ve her türlü kötü yollardan hedefine varmayı kendine gaye edinir. İşte insanların bu tür kötülüklerden korunabilmesi için Cenâbı Allah, infak ve zekât mucizesi ile mal sevgisi hırsını kontrol ettirmiştir. 9/60: " Sadakalar zekâtlar Allah'tan bir farz olarak; yoksullara, düşkünlere... gönülleri İslâma ısındırılacak olanlara, borçlulara, Allah yolundakilere, yolda kalmışlara mahsustur..." Zekât vermeye, en yakın akraba içinde bulunan yoksullardan başlanır. Sonra yoksul komşular ve şehir içindeki diğer yoksullar aranır. Ana baba, eş ve çocuklara zekât verilemez. Ancak onlara infak ibadeti ile mal ve nimet verme yükümlülüğü getirilmiştir. Bakara 2/262 : " Mallarını Allah yolunda harcayıp da fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler varya, onların Allah katında ödülleri vardır... " 4) AF EDİCİ VE DİLEYİCİ OLMA 3/134-135: O takva sahipleri ki... Öfkelerini yutarlar, insanların kusurlarını affederler... Onlar çirkin bir iş yaptıklarında yahut özbenliklerine zulmettiklerinde, Allah'ı hatırlar, günahları için af dilerler. Günahları Allah'tan başka kim affeder ki?... 6/54: ... İçinizden her kim bilgisizlikle bir kötülük işler de, ardından tövbe edip halini düzeltirse, hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhametlidir. Af dileme, işlediği günahın af edilmesi için Allah'a yalvarma demektir. Kur'ân, yapılan kötülüklerden pişman olunarak, onu adet haline getirmeden terketme uyarısında bulunmaktadır. İşlenilen suç ve günahlar katiyyen unutulmamalı, kendisinin suç işlemeye kabiliyeti olduğundan dolayı bu suçları işlediğini anlamalı, yaptığından pişman olarak da af dilemelidir. 24/31: ... Ey mü'minler, istisnasız hepiniz Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz. Yalnız günahkarların değil, bütün mü'minlerin tövbe ederek bilip bilmediği günahlarından arınmaları bir kulluk görevidir. Bir hadiste de: "Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir." diye buyrulması tövbenin fevkalade önemini belirtmektedir. 51/15,18 : ... Takva sahipleri bahçelerde ve pınar başlarındadır. (Cennettedir.) ... Onlar seher vakitlerinde af dilerlerdi. " Seher vakitlerinde af dilerlerdi. " ayeti takva sahiplerinin tövbe etme zamanını belirtmektedir. Günün zaman dilimleri içinde duaların, ibadetlerin ve günahlardan bağışlanmanın en çok kabul buyrulduğu zamanlar vardır. Gecenin son üçte biri olan seher vaktinin, af dileme ve bağışlanmalarının kabulü bakımından önemi çok büyüktür. Oruç ayında da, günün en sessiz zamanı olan seher vakti kalkılarak dua edilip af dilenir. Daha sonra da yemek yenilerek ibadet tamamlanır. 3/134: O takva sahipleri ki... kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah ta o iyilik edenleri sever. Takva ehli; insanlar arasındaki münasebetlerde, öfkelerine hakim olurlar ve kendisine yapılan kötülüklere rağmen insanları af edicidirler. Nasıl ki Rabbi günahlarını affediyorsa, o da kendine yapılan sebepli ve sebepsiz kusur ve kabahatleri büyük bir hoşgörü ile affetmelidir. Araf 7/199: " Sen affetmeyi esas al " Gördüğü kusurları ve kabahatleri örtücü olmak ve hiç kimsenin kusurunu ve ayıbını yüzüne vurmamaktır. Âli İmrân 3/159'da Cenâbı Allah, Peygamber Efendimize hitaben şöyle buyurmuştur: " Allah'ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Artık sen onları bağışla; Allah'tan da günahlarının bağışlanmasını dile..." (Bkz. Bu Kitap, Allah'ın Sevdikleri, Tövbe Edenler ) 5) SABIR 2/177: ... Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder... Takva sahibi ancak onlardır. 2/155: ... Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. 11/49: ... Sabırlı ol. Sonuç takva sahiplerinindir. Sabır; acılara, zorluklara, felaketlere katlanmaktır. Takva sahibi, her şeyin Cenâbı Hakk'tan geldiğinin bilincinde hastalıklar a, kötülüklerde, savaşlarda ümitsizliğe düşmeden sabreder, başkalarına da sabır tavsiyesinde bulunur. Cenâbı Allah, sabrın sonunda esenliğe muhakkak erileceğini belirtmektedir. Sabır sırrı ile benlikler olgunlaşarak zafer ve mutluluğa erişirler. (Bkz. Bu Kitap, Allah'ın Sevdikleri, Sabır Edenler) 33/2-3 : ... Rabbinden sana ne vahyediliyorsa ona uy... Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. Sabır kavramı, geniş bir alanı kapsar ve tevekkülü de içerir. Tevekkül; Kur'ân lisanında Allah'ı vekil etme, Allah'a dayanıp güvenme anlamında kullanılmaktadır. Takva ehli; vahye uygun olarak verilmiş olan bir kararda, başlanmış olan bir işin sonucunun hayırlı olması için yalnız Allah'a dayanıp güvenir. (Bkz. Bu Kitap, Allah'ın Sevdikleri,Tevekkül edenler) 6) ORUÇ 2/183: ... Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki takva mertebesine erebilesiniz. 2/185: Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'ânın indirildiği aydır. Öyleyse sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Oruç; Allah rızası için bir gün boyunca yemeden-içmeden, cinsel ilişkide bulunmadan yapılan ibadet şeklidir. Böylece insanın nefisle ilgili bütün istek ve arzuları, geri çevrilerek nefs terbiye edilmektedir. Ramazan ayı müddetince bir ay devam eden oruç, İslâmiyetin beş temelinden biridir. Orucun farz olduğu onbir ayın sultanı Ramazan ayı kutsal bir aydır. Kur'ânın ilk ayetleri bu ayda, Kadir gecesinde indirilmeğe başlanmıştı. Bu ay, af ve bağışlanma ayıdır. Ramazanda daha çok ibadet edilir, daha çok Kur'ân okunur, zekât ve sadakaların büyük bölümü bu ayda verilir. 2/184: ... Eğer gerçekten anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Oruç; aç ve susuz kalarak bedenimize işkence etmek suretiyle yapılan bir ibadet şekli değildir. Hem Allah'a karşı kulluk borcu ödenir ve hem de nefsin isteklerine karşı çıkılır, ilâhî bir ahlâka kavuşmanın da en mükemmel yoludur. Oruç ibadeti ile nefsin arzuları ve bilhassa cinsel istekler frenlenir, irade de kuvvetlenir. Sabrın erdirici sırrına ancak oruç ile ulaşılır. Böylece Allah'ın emrettiği emir ve yasaklara uymakla günahlardan, tehlikelerden korunarak takva mertebesine erişilebilir. Oruç ibadetinde, gösterişten uzak tam bir içtenlik ve samimiyetle yerine getirildiğinden benlikler yücelir. Oruçlu iken aç kalındığından fakirin hali daha iyi anlaşılır, onlara yardım eli uzatılır ve dolayısıyle ahlâkın da en güzeli kazanılır. Oruç ibadetinin yapıldığı Ramazan ayı boyunca müslüman toplulukları arasında kardeşlik sevgisi artar, birlik ve beraberlik duygusu kuvvetlenir. Orucun; bir ay müddetle dinlenen sindirim sistemimize, dolaşım sistemimize, sinir sistemimize mucizevî faydaları bulunduğunu da konunun uzmanı doktorlarca belirtilmektedir. 7) MUHSÎN OLMA 51/15-16: Gerçekten takva sahipleri, cennetlerde ve pınar başlarındadır... Doğrusu onlar, bundan önce de iyilik ve güzellik (muhsin) sergilemekteydiler. 3/133-134: ... Cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır... Allah muhsinleri sever. Muhsin; güzel düşünüp güzel davranan, başkalarına nimet veren demektir. İhsan ise; güzel düşünüp, güzel davranmak, iyilik etmek, bağışlamaktır. Takva sahibi aynı zamanda muhsindir. Muhsin hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için hep ihsanda bulunandır. Her işinde iyilik ile güzellik sergiler ve sevgi doludur. Tüm iyiliğin ve güzelliğin kaynağı Cenâbı Allah'ın bir ismi de Muhsin'dir. Cenâbı Hakk; en güzel bir şekilde yarattığı insandan güzel düşünmesini, güzel davranmasını, iyilik ve yardım halinde bulunmasını öğütlemektedir. 28/77: Allah, sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et!... İslâm bilginlerine göre ihsan, Yüce Yaratıcı ile her an beraber olma şuuruna ererek yaşamaktır. Allah; melek ve cin aracılığı ile olduğu gibi, bazı insanlar aracılığı ile (munsinlerle) de lütuf ve bağışını varlıklara ihsan etmektedir. Nasıl ki Allah kuluna devamlı ihsan ediyorsa, kullarının da birbirine ihsan üzere olmasını istemektedir. 41/34: Güzellikle çirkinlik, iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir. Kur'ân, çirkini güzellikle değiştirmeyi öğütlüyor. Çirkinden sonra güzellik sergilemek ile çirkinlikler ve kötülükler yok olabilmektedir. Takva ehli; kusurları, kötülükleri büyük bir hoşgörü ile karşılar, onlara ancak ihsan ile cevap verir. İlgili bir atasözünü nakledelim : " Güzel ahlâk sahibi olmak; eziyet edene sabır ile, red edene kabul ile, cimrilik edene cömertlik ile, yüz çevirene güler yüz ile muamele etmektir. " (Bkz. Bu Kitap, Allah'ın Sevdikleri, Muhsinler) 8) SÖZLERİNİ YERİNE GETİRME - AHDE VEFA 2/177: ... Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir... Takva sahibi ancak onlardır. 5/1: Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve yaptığınız bağlantıları yerine getirin!... Ahd, söz verme, antlaşma, yemin, misak manalarına gelir. Ahde vefa ise sözünde durma, anlaşmaları yerine getirme, sözünde güvenilir olma demektir. Antlaşma ve söz verme Kur'ânı Kerîm'in temel yasalarındandır. Antlaşma; insan ile insan, insan ile toplum arasında olduğu gibi, Allah ile insan arasındaki ilişkilerin de temelidir. Anlaşmaları yerine getirme, bireyler arasındaki ilişkilerde barış ve mutluluğu getirdiği gibi, Allah ile kul arasında ki münasebetlerde de kulun imanda yücelmesini ve sonsuz kurtuluşunu sağlar. Ancak kesin söz verdiği halde onu yerine getirmeyenler, en büyük zarara uğrayanlardır. Bakara 2/124: " ...Verdiği sözü tutmayanlar zalimdir. " Yerine getirilmeyecek sözler de sarfedilmemelidir. Saff 61/23: " ... Yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah katında büyük bir günahtır. " 9) ADÂLET VE DÜRÜSTLÜK 5/8: Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun. Bir topluluğa kininiz sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun. Bu takvaya daha uygundur. Adalet; hak edene hakkını vermek, doğruluktan ayrılmamak ve Allah'ın emrini, emrettiği şekilde uygulamaktır. Adalet, takva sahibinin önemle üzerinde durması gerekli bir yaratılış yasasıdır. Herhangi bir kimseye kızmak veya onu sevmemek, onu adaletten saptırmamalıdır. Milletleri ve cemiyetleri ayakta tutan, huzurun ve sükunun teminatı olan adalet ve dürüstlüktür. Hak sahiplerine haklarının verilmesiyle ancak sulh ve adalet sağlanabilir. Taraflar kim olursa olsun, hakimlik ve şahitlik tarafsız bir şekilde doğruluktan ayrılmadan yapılmalıdır. Nisa 4/135 de şöyle buyrulmaktadır : " ... Kendinizin, anne-babanıza, yakınlarınızın aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak, Allah için tanıklık edenler olun... Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın!... " (Bkz. Bu Kitap, Allah'ın Sevdikleri,Adil Olanlar) 10) İLİM 35/28: ... Kulları içinde ancak ilim sahipleri, Allah'tan gereğince korkar... Takva kelimesi, korunma, sakınma manasıyla birlikte, korkma anlamını da taşır. Ayette, Cenâbı Hakk'a karşı sevgi ve korku duygusunu en çok taşıyan, aynı zamanda ilim sahibi olan takva ehlini tanımlamaktadır. Kötülüklerden en iyi korunan, ilâhî yasaları da en iyi bilendir. Kur'an'a göre Rab'den ençok korkanlar peygamberlerle ilim sahipleridir. Yüce Allah tarafından da ençok sevilende onlardır. Mül 67/12: " Görmedikleri halde Rab'lerinden içleri titreyerek korkanlara gelince, onlar için büyük bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır." Şüphesiz ki sevgi ve muhabbetle yapılan bir iş, korku ile yapılandan çok daha üstündür. Seven sevdiğini kırmaktan, darıltmaktan çekindiği için onun arzularını seve seve yerine getirir. İstemediklerini de incitip kırabileceği endişesi ile yapmaktan çekinerek korkar. İşte kişinin sevdiği Yüce Yaratıcı'sı olursa, sevgi ve korku hissi ne kadar büyük olur. İslâm bilginleri; takva sahibinin Allah'a karşı olan duygularını, küçük bir çocuğun anne-babasına duyduğu sevgi, saygı güven ve korku hissine benzetmişlerdir. Çocuklar, anne ve babalarına olan sevgileri ile birlikte korkma hislerini de taşırlar. Takva ehli aynı zamanda Peygamber Efendimizin de gerçek Sünnetine çok iyi vakıf olandır. Onlar Ahzab 33/21 deki oluş sırrına erişmişlerdir: " Andolsun Allah Resulünde sizin için Allah'ı ve Ahiret Günü'nü arzu edenlerle, Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. " 13/37: ...Kur'ânı bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Sana gelen ilimden sonra... Ayette belirtilen ilim, Allah tarafından peygamberlere vahy ile indirildikten sonra insanlara tebliğ edildiği zaman oluşmaktadır. Kaynağı vahy kitapları, İslâmiyette de Kur'ân'ın içeriği olan ayetlerdir. İlim, ayetlerden birinin veya birkaçının sırlarını keşfetme ve prensiplere bağlama uğraşısıdır. İlim esas itibariyle ikiye ayrılır. İlâhî İlim ve Faydalı İlim. İlâhî İlim; Allah'ın sözlerini içeren, tüm varlıkların özünde saklı sırları bildiren bir ilimdir. Alemlerin ve insanların yaratılış kanunları nelerdir? Bu Dünyaya nereden geldik, vazifelerimiz nelerdir, nereye gideceğiz? gibi suallerin cevaplarını Cenâbı Allah'ın muhteşem sistemini içeren İlâhî Yasalar'ı ancak bu ilim ile öğrenebiliriz. İnsanları diriltecek, onlara gerçekleri gösterecek en önemlisi de Yüce Yaratıcı'yı Kendi sözleriyle tanıyıp öğrenecek ve O'nun gösterdiği yola yönelerek olgunlaşacağız, kemale ereceğiz. Cenâbı Allah'ı gereğince fark edebilme mutluluğu, ancak ilim sahiplerine özgü bir yücelik olmaktadır. 96/1-5: Oku! Yaratan Rabbinin ismiyle. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. Kalem ile öğretendir. Kur'ânı Kerîm'in ilk ayeti oku kelimesi ile başlamaktadır. İslâm müfessirlerine göre; " Oku " kelimesi üç anlamda izah edilmektedir. 1) Kur'ânı Oku, 2) İnsan Kitab'ını Oku, 3) Evren Kitab'ını Oku. Şu halde İnsanoğlunun birinci vazifesi okumaktır. İlim ancak okumakla elde edilir. Zümer 58/9 : " ... Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? ... " ve Mücâdile 11 : " İman edenleri Allah yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür ... " Okumakla da ilim öğrenilemez. Üzerinde tefekkür etmek yani düşünmek, okuduğunu anlayarak hazmetmek gerekir. Bakara 2/266 : " ... Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. " Yalnız okumakla yetinenler, üzerinde gereğince düşünmeyenler, okuduklarını hazmedemeyenler ve ondan faydalanamayanlar maalesef o kitaptan istifade edemezler, ancak okuma hamallığını yapmış olurlar. Yüce Yaratıcı böyleleri için Cumua 62/5 de şöyle buyurmaktadır : " Tevratla yükümlü olup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. " Cenâbı Allah'tan İlâhî İlim vahy ile gelmiş ve insanlar bilgisizlikten kurtularak İlâhî Yasalar'ı öğrenmişlerdir. Ayrıca insan için Faydalı İlimler de bilinmelidir ki çağdaş teknoloji elde edilebilsin ve insanlara hizmet gerçekleştirilsin. Yüce Yaratıcı kullarına muhteşem bir ışık vermiş : Akıl. İlâhî yasalar peygamberler vasıtasıyla bildirilmiş, ancak aklımız ile de faydalı ilimleri bumamız bizlerden istenilmektedir. Böylece insanlar akılları ile birçok bilimsel araştırmalar yapmışlar, pekçok ilmî buluşlara da imzalarını atmış ve atmaktadır. Cenâbı Hakk'ı sevmek, O'nun görüntüleri olan halkı sevmektir. Halka sevgi ise hizmetle olur. Hizmetin en büyüğü, ancak insanlara faydalı olabilecek ilim öğrenmekle mümkündür. Tıp, Mühendislik, Fizik, Matematik, Hukuk, Çevrebilimi, Astronomi v.s. gibi ilimler de iyi bilinmeli; bunlara sahip olanlara, ilim öğrenmek isteyenlere hak ettiği değer verilmeli ve her türlü yardım da yapılmalıdır. Peygamber Efendimiz : " İlim, Çinde dahi olsa, onu bulunuz. " ve başka bir hadisinde de : " İlim her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. " diye buyurmakla ilme verdiği büyük önemi belirtmiştir. TAKVA'NIN ÖDÜLÜ : ADN CENNETLERİ 13/23-24: Adn Cennetleri (Takva Sahipleri) içindir. Oraya atalarından, eşlerinden, çocuklarından salih (iyi) olanlar ile birlikte gireceklerdir. Melekler ise her kapıdan yanlarına sokulacaklar: « Selam size sabrettiğiniz için. Ne güzeldir şu sonsuzlar yurdu.» diyeceklerdir. Yaratıcı kudret kullarını : « Gücünüzün yettiği ölçüde takvada bulunun... Tegabun 64/16)» ayeti ile uyarmakta; onlara atalarından, eşlerinden, çocuklarından salih(iyi) olanlar ile birlikte girecekleri Adn Cennetlerini vaat etmektedir. Meryem 19/61: «...Kuşkusuz Rahman'ın vaadi yerine gelir.» Yüce Allah'ın bu sözü, takva sahibi insanların ahiret hayatı için ne büyük bir müjdedir. MUHSİNLER |